30 Kasım 2011 Çarşamba

P.S. I Love You...



P.S I LOVE YOU, hayatım boyunca izlediğim en güzel filmlerdendi. Rol yeteneklerine her projelerinde hayran kaldığım iki değerli oyuncunun bu yapımda baş rolde yer alması ve yönetmen ile senaristin oyuncular vasıtasıyla ustaca yansıttıkları doğal tavırlar, her filmde bulunamayacak türdendi.

Filmin konusuna gelince; Holly Kennedy (Hilary Swank) herkesin arayıpta bulamadığı türden bir adamla evlidir. (Gerry) Eşiyle birbirlerine delicesine bir aşk ve tutkuyla bağlıdırlar. Ama kör talih onların peşini bırakmaz ve Gerry amansız bir hastalığa yakalanıp hayata veda eder.

Bu talihsiz olayı yaşayan Holly, bunalıma girer ve bir türlü toparlanamaz. Ancak insanın hayatında görüp görebileceği en muhteşem eş olan Gerry, karısını iyi tanımaktadır ve onun, kendi ölümünden sonra yaşayacağı acıları atlatabilmesi için, ölmeden önce ona bir dizi mektup ile çeşitli mesajlar bırakır. İlk mektup Holly'e 30. yaş gününde gelir ve en güzel hediyesini onu asla yalnız bırakmayacak olan eşinden alır. Bütün mektuplar aynı imzayla sonlanır; NOT: SENİ SEVİYORUM...

Her biri ayrı güzelliklerle dolu olan mektuplar; Holly'nin kendini ve dünyayı yeniden keşfetmesini, eşinin ölümünü yüreğinde bir yara olarak taşımayı bırakmasını ve birlikte yaşadıkları güzel günleri gülümseyerek hatırlamasını sağlar...

Filmi izlerken göz yaşlarımı tutamadığımı itiraf ediyorum ve vizyonda tekrar böyle muhteşem aşk filmlerini görmeyi bekliyorum. Özlemeye başladığımız değerleri filmlerde yada kitaplarda aramak vahim bir durum belki ama böylesine büyük aşklara yada başarılabilen imkansızlıklara bir şekilde şahit olmak insanı mutlu ediyor...

2007 yapımı olan bu filmi hala izlemediyseniz, işinizi gücünüzü bırakıp bir kutu peçeteyle kendinizi odanıza kapatın ve filmi izleyin. Sonrasında bir çok şeyi sorgulayacağınıza ve benim gibi bu tarz olayların yalnızca filmlerde yaşanmaması gerektiğini vurgulayacağınıza eminim. Şimdiden iyi seyirler...

AYŞE KARASOY

The Hunger Games Official Trailer 2012



The Hunger Games, kitaplarını okuduktan sonra filminin çıkmasını dört gözle beklediğim olağanüstü bir macera. Gelen fragmanlardan da gördüğümüz kadarıyla ilk film, ilk kitabın hakkını verecek cinsten. Eğer hala bu maceraya atılmadıysanız çok geç kalmadan AÇLIK OYUNLARI SERİSİ'ni alın ve okuyun. Sonra da arkanıza yaslanıp çıkmasına az kalan filmi beklemeye koyulun...


AYŞE KARASOY

21 Kasım 2011 Pazartesi

BREAKING DAWN PART-1


Saatler günleri, günler ayları kovaladı ve sonunda beklediğim gün; "Breaking Dawn Part-1"in vizyon günü geldi. Filme ilk çıktığı gün (18.11) gidemememin üzüntüsü neyse ki çok sürmedi, bu gün; merakımın son bulduğu, sevincimin katlandığı ve bir çok duygunun harmanlandığı 2 saatin sonunda, sinema salonundan büyük bir gülümsemeyle ayrıldım. 

Filmi izlemeyenler vardır mutlaka ama ben spoiler içerdiğini bildirerek bundan sonrasında, izlediğim muhteşem filmi kısa ve öz cümlelerle özetlemek istiyorum. 

Düğün davetiyelerinin ulaştığı kişilerin verdiği farklı tepkiler beni derinden etkiledi. Bu sahneler adeta Twilight Serisi'ndeki karakterlerin kişiliklerinin bir özetiydi. Jake için her zamanki gibi çok üzüldüm. Ama bu filmin sonunda, yeni ve güzel bir başlangıç yapacağını da biliyordum.  

Filmin ilk dakikalarında Alice'in Bella'ya düğün ayakkabısını prova ettirme sahnesinde diğer tüm izleyiciler gibi bende gülümsemeden edemedim. Bella'nın ultra yüksek topuklu ayakkabılarla bırakın yürümesini, ayakta durabilmesi bile başlı başına bir mucizeydi. 

Alice'in saçlarını bu filmde pek beğenmedim. Sanırım vampirlerin stillerindeki aşırı değişiklik benim hoşuma gitmiyor. Hepsini ilk filmdeki gibi görmeyi tercih ederdim ama ne yazık ki her filmi ayrı bir yönetmen çektiği için, karakterler üzerinde köklü değişiklikler yapılıyor. Biz hayranlar Twilight Serisi'ni her haliyle bağrımıza bassakta, gerçeklere objektifçe yaklaşmayı da başarabiliyoruz.

Bella'nın sır gibi saklanan gelinliği hayallerimin çok ötesindeydi. Tamamıyla ona uymuştu ve şatafatla sadelik bir arada ancak bu kadar hoş durabilirdi.

Bella ve Edward'ın eş ilan edildikleri dakikaların ardından, gelin ile damadın yakınlarının yaptığı samimi konuşmalar, filme değmiş sihirli bir değnek gibiydi. Senarist ve yönetmen; güzelliklerin ayrıntılarda gizli olduğunu, bu filmle bir kez daha ortaya koymuş oldular.

Düğün sahnesinde yazarımız Stephenie'yi de görmek beni çok mutlu etti, sanırım hayatındaki en gurur verici anlardan birini yaşamıştır o dakikalarda. Hayal dünyanızın gözlerinizin önünde hayat bulduğunu görmek, eminim tarifi mümkün olmayan bir duygudur.

Çiftimizin balayı evlerine giderken Rio sokaklarındaki eğlenceli ve romantik halleri çok hoştu. Neyse ki muhteşem bir deniz manzarasının eşliğinde Esme Adası'na ulaştılar. 

Filmdeki +13 yaş sınırlaması küçük yaştaki hayranları üzüntüye boğdu. Ama sanırım bu sınırlama gerekliydi. Sahneler -aşırı açık- denecek kadar abartılı olmasa da, çocukların görmemesi gereken türdendi.

Bella'nın hamile olduğunu öğrenmesinden sonraki olaylar bir rüya gibi geldi ve geçti. Her şey çok hızlı gelişti. Kızcağız bir ara gayet sağlıklı ve normalken iki hafta sonra adeta iskelete dönmüştü. Filmdeki makyaj uygulamaları çok başarılıydı. Özellikle Bella'nın, Esme Adası'ndan dönmesinin üzerinden iki hafta geçtikten sonra o halde karşımıza çıkması beni şok etti. Her ne kadar gelen fragmanlardan ve spoiler-lardan bu hallerini daha önce görmüş olsam da filmi izlerken ki  atmosferde, Jake'in gösterdiği tepkiye hak vermeden edemedim. 
"Berbat görünüyorsun Bella."

Robert (Edward) ve Kristen (Bella)'nın muhteşem oyunculuklarının yanı sıra, Taylor (Jacob)'ın bu filmdeki oyunculuğu, benim gözümde diğer tüm Twilight filmlerinin arasından oldukça büyük bir farkla sıyrıldı. Filmde en yoğun duyguları yaşayan oyunculardan biri olarak rolünün hakkını fazlasıyla vermişti. Ağlama, umutlanma ve karşı koyma sahnelerinde, adeta koltuğumdan kalkıp ekrandan da olsa Jake'e sarılasım geldi. Bella'nın hayali bir karakterde olsa ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha gördüm ve böylesine değerli dostlukları kazanmak adına, hayatın bana fırsatlar sunması için dua ettim.

Jake -yine- Bella için büyük bir fedakarlık yapıp, Alfa kanının da vermiş olduğu etkiyle beraber kurt sürüsünden, kendi tabirleriyle "kardeşlerinden" ayrıldı. Bu onun için zor bir karardı ama o anda yapılması gereken en doğru şeydi.

Bella'nın hayatta kalmak için verdiği mücadele, Rose'un Bella'yı ve daha çok bebeği korumak için sarf ettiği büyük çaba, vampirlerimizin hem kurtlarla hemde açlıklarıyla verdiği büyük savaş ve Jake ile Edward'ın Bella'yı kararından döndürmek için harcadığı çaba, gerçekten takdire şayandı. 

Film; mücadelelerle ve umutlu bekleyişlerle doluydu. Sonunda herkes beklediğine kavuştu. Bella bebeğini canı pahasına dünyaya getirdi. Edward karısını akıl almaz bir gayretle hayata döndürdü. Jake öldürmek için yanına gittiği Reneesme'ye mühürlendi.

Mühürlenme sahnesi gerçekten çok iyi çekilmişti. Reneesme'nin farklı yaşlardaki hallerini o sahneyle birleştirmesi yönetmenin benden artı puan almasına neden oldu. Zaten replikleri değiştirmeden, direk kitaptan alıntılayarak filme uyarlaması ve Kris'in bir röportajında bahsettiği gibi, sahneleri kesmeden yayınlaması harika bir yönetmen olarak gönlümüzde taht kurmasını sağlamıştı.

Her zamanki gibi, Yazar; Stephenie Meyer, Senarist; Melissa Rosenberg ve bu filmle ekibe dahil olan Yönetmen; Bill Condon sayesinde sinemada muhteşem bir film keyfi yaşadım. Diğer ekip elemanları ve oyuncular tek bir kötü söze fırsat sunmayacak şekilde, harika bir iş çıkarmışlar ortaya. Twilight fanları olarak sanırım hepsine ne kadar teşekkür etsek az. 

Film hakkındaki fikirlerimin ancak bu kadarını paylaşabildim. Eminim daha sonra durup düşündüğüm zaman, daha bir çok övülmesi gereken sahneyi hatırlayıp, yazmadığım için kendime kızacağım ama sizlerinde filmi izlemenizi ve anlattıklarımdan çok daha fazlasını sinemada görmenizi tavsiye ederim...
        

18 Kasım 2011 Cuma

HUSH HUSH...


Son bir kaç yılda popülaritesini büyük bir kuvvetle yukarı taşıyan VAMPİR hikayelerinin ardından, sahneye MELEKLER-de çıktı. 

Mistik ve fantastik atmosferle sarılı olan bu kitaplardaki hayali dünyalar, biz gençlerin adeta kaçış rotası haline geldiler. Bunu fırsat bilen ve kendine güvenen birbirinden iddialı yazarlar, ilham perileriyle işbirliği yapıp bize adeta zihinsel şölen yaşattılar. Elbette biz okurların, bu tarz atılımlara karşı hiç bir zaman kötü düşünceleri olmadı. 

Birbirlerini andırdıkları iddia edildiği için vampir konulu romanlara acımasız eleştiriler yapılsa da, ben her yazarın kendine has hayal dünyası olduğuna inanıp, konusunu ve yazım stilini beğendiğim çok sayıda fantastik roman okudum. Bazı kitaplar benim için zaman kaybı olsalar da, bazılarının hayatıma çok şey kattığını düşünüyorum. 

Fısıltı Serisi'de zamanımı ayırıp okuduğum için pişman olmadığım kitaplardan oluşuyor. 
Hush Hush nam-ı diğer Fısıltı Seri'si;

KUTSAL BİR YEMİN
KOVULMUŞ BİR MELEK
YASAK BİR AŞK, sloganıyla adım attı kitap dünyasına.

Düşmüş meleklerin ve sıradan insanların yer aldığı kitapları şahsen oldukça etkileyici buldum. Yazarın yazım tarzı akıcı ve zengin. Kitapların baş kahramanları; Nora ve Patch'in etrafında dönen olay olguları, beni bir anda hikayenin içine çekti. 

Henüz son çıkan Sessizlik kitabının başlarındayım ve bitirmeden evvel ilgilenenlerle fikir paylaşımında bulunmak istedim. 

Yazar; Becca FitzPatrick, Hush Hush Serisi'nde oldukça iyi bir iş çıkarmış. Bir çok eleştirmenden ve okuyucudan yüksek puan alan bu farklı seriyi en kısa sürede okumalısınız. 

Patch ve Nora'yı doğaüstü aşk hikayelerinde ve tehlikeyle dolu yaşamlarında yalnız bırakmayın...

AYŞE KARASOY        

      

17 Kasım 2011 Perşembe

VAMPİR AKADEMİSİ!



Vampir Akademisi Seri'si, bir çok vampir romanı arasından sıyrılan, eşsiz bir serüven. Neyse ki ben bu serüvene, kitabın kahramanlarıyla birlikte sürüklenmeye çok geçmeden başlayanlardanım.

Seride birden fazla vampir türü var ve yazılanları ilginç kılan da sanırım bu. Şimdiye dek ölümsüz olmaları, kan içmeleri, aşırı hız ve güçleriyle tanıdığımız vampirlerin, -istisnalar hariç-  bu kitaplarda bambaşka çeşitleri mevcut. Kitapların özetlerini her yerde bulabilirsiniz. Bu yüzden klasik açıklamalar yapmadan seri hakkında kendi fikirlerimi belirtmek istiyorum.

Kitaplar Rose adlı karakterin gözünden anlatılıyor. Güçlü bayan profilinden hoşlandığım için seriye başladığım ilk gün, yaşananları Rose'un gözünden okurken adeta mest olmuştum. Daha sonraki kitaplarda da bu memnuniyetim katlanarak arttı... 

Benim Dimka diye bahsetmekten hoşlandığım, Gardiyan Dimitri Belikov, hikayenin baş kahramanlarından. Roza ve Dimka hakkında söylenecek çok söz var ama ben kitapların eğlencesini kaçırmamak için susacağım.

Lissa ise kitapta başrolü Rose'la paylaşan önemli bir karakter ve o bir Moroi Prensesi. Rose, prensesin en yakın arkadaşı olmasının haricinde, onun gardiyanı olmak için çabalayan bir dhampir. Biraz ukala, fazlaca asi ve aklına geleni elekten geçirmeden söyleyen bir dhampir...

Bunların yanı sıra, Rose ve Lissa arasında kimsenin koparamayacağı ve anlayamayacağı önemli bir bağ var. Bu sayede okurken karakterlerden kopmayıp, her konudan haberdar olabiliyorsunuz.  
   
Vampir Akademisi aklınıza gelebilecek her türlü duygunun ve kişilik çeşidinin mevcut olduğu eşsiz bir yer. Her sayfayı merakla çevireceğinizden  emin olduğum bu seriyi okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. 

Ayrıca yazar, yazdığı altı kitabın haricinde, biz hayranlarını fazlasıyla sevindirerek, yan seri adı altında, hikayeye yeni bir bakış açısıyla devam etme kararı aldı. 

Yeni seride olaylar çok sevdiğim başka bir karakter olan Sdney'in gözünden anlatılacak. Altı kitapta Vampir Akademisi'ne doyamayanlar ve yeterince hayatlarının içine girilmemiş olan karakterleri daha fazla tanımak için fırsat kollayanlar; Richelle Mead'ı takip etmeye devam edin. Yazar, hayranlarının yorumlarını ve eleştirilerini büyük bir samimiyetle dikkate alıyor... 

Richelle Mead yazdıklarıyla sizinde gönlünüzde taht kursun. Ancak bunun için bir kitapçıya gidip, Vampir Akademisi Serisi'ni satın almanız gerekiyor. Emin olun, bu ilginç dünyaya ayak bastığınıza pişman olmayacaksınız...  


AYŞE KARASOY   

JULIA QUINN! (BRIDGERTON'S)

ÇOK sevdiğim bir diğer yazar olan JULIA QUINN ve kitaplarından kısaca söz etmek istiyorum sizlere. Julia Quinn 1970 doğumlu ABD’...