Tyler
restorandan içeri girdiğinde Fanny’nin cam kenarındaki iki kişilik masada
kendisini beklediğini gördü. Kızın dikkati bir anda yüzünde toplanınca, genç
adam kalp ritmlerinin bozulduğunu hissetti. Fanny eliyle belli belirsiz bir
işaret yapıp adamı yanına çağırdı. Tyler kendisiyle aynı anda hareket eden
garsonunda kızın masasına yaklaştığını gördü. Genç adam masaya ulaştığında
“Merhaba,” dedi sakin bir sesle. Fanny gözlerini tekrar kendisine çevirince
adam afalladı. Güneş batmak üzereyken, son numarasını yapmış ve Fanny’nin göz
bebeklerine tüm nurunu aksettirmişti. Tyler kızın gözlerinden bakışlarını
ayıramadı uzun süre. Yanındaki garson boğazını temizleyince genç adam silkinip
sandalyeye bıraktı kendini.
“Sana da merhaba,”
dedi kız. “Ne alırsın?”
Tyler, garsonun
önüne bıraktığı menüden rast gele seçimler yaptı. Adam, kızın siparişlerini de
alınca seri hareketlerle yanlarından uzaklaştı.
Şimdi iki genç
derin düşünceler içinde birbirlerine bakıyorlardı. Zihinlerdeki sözler, hem
birbirinin aynıydı, hem de ikisini de içinde oldukları çetrefilli durumdan
kurtaracaktı. Ancak aynı olan bir şey daha vardı, oda; ikisininde söz konusu
birbirleri olunca, yeterli cesarete sahip olamamalarıydı. Bu yüzden cazip
fikirlerin ve sabırsızca dudaklardan dökülmeyi bekleyen kelimelerin yerini
“Nasılsın?” sorusu aldı. İki gençte bu soruyu aynı anda birbirlerine
yönelttikleri için, “Önce sen,” oldu bir sonraki kelimeleri. Ve yine koro
halinde çıkmıştı sözler dudaklarından.
Fanny omuzlarını
hafifçe sarsan kısık bir gülüşün ardından; “Bu çok saçma,” diyebildi. “Kendimi
beş yaşındaymış gibi hissediyorum.”
“Ben şahsım adına
şunu söyleyebilirim ki,” dedi Tyler hınzır bir gülümsemeyle. “Beş yaşında
olmadığının fazlasıyla farkındayım.”
Fanny’nin ifadesi
saniyeler içinde alaycı bir kınamaya dönüştü. “Eğer çapkınlar için düzenlenen
bir ödül töreni olsaydı, açık ara farkla birinci olurdunuz bayım.”
Tyler sırıttı.
“Teşekkür ederim.”
Fanny, genç adamın
ıslah olmayacağını anlayınca başını çaresizce iki yana salladı. Adam bu
aşağılayıcı ifadeye sinirlenmek yerine güldü. Fanny’de her söz, her tavır
farklı bir hal alıyordu. Öyle ki, Tyler neredeyse bu kızın kendisine büyü
yaptığını düşünecekti. Ancak Fanny’nin insanları etkilemek için farklı güçlere
ihtiyacı yoktu. Ruhunun ve gözlerinin canlılığı, bir ölünün bile, atmayan
kalbini hayata döndürebilirdi.
İki garson,
siparişlerini masaya yerleştirirken Tyler sabırla işlerini bitirmelerini bekledi. Yanında hafif bir hareketlenme olunca başını yavaşça o yöne çevirdi.
Siyah saçlı, yeşil gözlü garson kız; “Başka bir arzunuz var mıydı?” diye sorunca Tyler gülmemek için zor tuttu
kendini.
“Hayır,” dedi
sonra kesin bir dille. “Şu an istediğim her şeye sahibim.” Son sözleri
söylerken gözlerini manidar bir ifadeyle Fanny’e dikmişti. Kızın yüzünün
kızardığını görünce Tyler’ın dudağının bir kısmı hafifçe yukarı doğru kıvrıldı.
Yanındaki garson kızın bu bakışmadan dolayı ümitleri yıkılmış olacak ki başka
bir şey söylemeden yanlarından ayrıldı.
Tyler çatal
bıçağını eline alarak daha önce hiç tatmadığı yemekten dikkatle bir lokma
götürdü ağzına. Tadından memnun kalınca tereddüt etmeden büyükçe bir lokma daha
aldı yemeğinden. Çatalını dudaklarından aşağı indirirken gözü yemeğine
dokunmadan oturan Fanny’e takıldı.
“Bir sorun mu
var?” diye sordu endişeyle.
Kız bakışlarını
üzerinde sabitleyince Tyler’ın gözleri kısıldı. Fanny gülmemek için dudaklarını
ısırıyor ama gözlerinde kaçamakça boy gösteren neşe kırıntıları, kızın
çabalarını boşa çıkarıyordu. “Hayır,” dedi Fanny duraksayarak. “Yani aslında
evet. Az önce garson kızla aranızda geçen diyaloğu düşünüyordum da…”
Fanny cümlesini
yarım bırakınca Tyler elindeki çatalı dikkatle masaya koydu. “Cümleni bitirmeni
bekliyorum merakla,” dedi adam. Ardından da ellerini çenesinin altında
birleştirdi.
“Şu an istediğim her şeye sahibim.” Fanny
beceriksiz bir taklitle Tyler’ın sözlerini tekrar ederken gülümsüyordu. “Kıza
bu cevabı verirken, istenmeden rahatsız edilen bir Kont’a benziyordun.”
Tyler gülümsedi.
“Eğer öyle görünüyorsam bile farkında değildim. Cümlenin içine Kont kelimesini serpiştirdiğine göre
dönem romanları okumaktan hoşlandığını söyleyebilir miyiz?”
Tyler’ın,
konuşmayı başarıyla başka yöne çekmesi, Fanny’nin gözünden kaçmamıştı. Neyse ki
kız, adama ayak uydurarak, tatlı bir muhabbet için, Tyler’la beraber ilk
adımları attı.
“Kitap okumayı
çocukluğumdan bu yana çok severim. Her türde roman okudum. Ama bende dönem romanlarının
yeri daha özeldir. Sanırım sende yazarsın. Ne tür romanlar yazıyorsun?”
“Polisiye,” dedi
Tyler. Kızla bir ortak noktalarının olmasından dolayı memnundu. “Bende çok
türde roman okudum ama polisiyelere her zaman daha fazla önem vermişimdir.”
Fanny başıyla
onayladı. “Bu arada soyadını öğrenebilir miyim?”
“Moore,” dedi
Tyler kısaca.
Fanny’nin zihninde
alarm çanları çalmaya başladı. “Gece-nin
yazarı Tyler Moore sen misin?”
Genç adam
şaşkınlıkla onayladı. “Kitabımı okudun mu?”
Fanny yutkundu.
“Hali hazırda okumaktayım ve şimdiye kadar, yazdıklarından etkilendiğimi
bilmeni isterim.”
Tyler içinin
gururla dolduğunu hissetti. Uzun zamandır bu duyguyu hissetmemişti. Takdir
edilmek güzel şeydi. “Teşekkür ederim,” dedi sıkılgan bir ifadeyle. “Beğenmen
mutlu etti beni.”
“Teşekküre gerek
yok,” dedi Fanny ciddi bir tavırla. “Başarılı bir yazarsın. Sanırım bir
kitabını daha okumuştum ama adını şimdi hatırlayamıyorum. Sonrada başarılı bir
yazar olduğuna kanaat getirip son çıkan kitabını da almaya karar vermiştim.”
“Tabii o zamanlar
beni tanımıyordun,” dedi Tyler.
Fanny gülümsedi.
“Evet, ama seni tanımamın kitaplarını okumamı engelleyeceğini sanmıyorum.”
“Ah!” dedi Tyler
elini kalbine götürerek. “Beni onurlandırdınız Bayan Fanny.”
Genç kızın
gülümsemesi kısık sesli kıkırtılara dönüştü.
“Sen boş
zamanlarında neler yaparsın?” diye sordu Tyler. Buluşma, tahmininden daha iyi
geçiyordu. Şimdilik ikisi de birbirlerini neden aradıklarına dair bir konuşma
yapmamışlardı ve bu, Tyler’ın fazlasıyla işine geliyordu.
Fanny’nin, sorusu
üzerine birdenbire yemeğiyle ilgilenmeye başlaması, Tyler’ı telaşlandırdı.
Yanlış bir zamanlamayla, doğru bir soru yöneltmişti kıza.
Fanny’nin
kendisiyle temkinli konuşmalar yaptığını ilk tanıştıkları anda da fark etmişti.
Kız, belli yerlerde kendini geri çekiyor ve konuşmayı başka yönlere
sürüklüyordu. Genç adam, bu güvensizliğin nedenini merak ederken buldu kendini.
Fanny’i bu kadar buğulu gösteren hüznün kaynağı neydi, ya da kimdi?
“Boş zamanım
olmuyor.” Sonunda, kızın sorusuna verdiği kısa cevap, genç adamı endişelerinden
bir nebze de olsa arındırdı.
“Hiç mi?” diye
sordu. Lanet olsun şu ısrarcılığıma…
İçinden kendi kendiyle düello ederken Fanny’nin gözlerine bakmamaya çalıştı.
Kız belli ki bu konu hakkında daha fazla konuşmak istemiyordu. Ne diye
üsteliyordu ki? Çünkü onun hakkındaki her
şeyi öğrenmek istiyorum, diye yanıtladı iç sesi kendi kendini. Nelerden
hoşlandığını, onu nelerin endişelendirdiğini ya da korkuttuğunu, tamamıyla
sahip olmak istediği kalbinin hızla atmasına nelerin neden olduğunu… Her şeyi,
onun hakkındaki her ayrıntıyı bilmek istiyordu. Bu güçlü arzuyu ne ilk aşkı
Rose’a, nede sonra hayatına giren her hangi bir kadına karşı hissetmişti. Şu
anda yaşadıkları farklıydı, Fanny’de bulduğu her neyse, genç adamın farkında
olmadan, yıllardır aradığıydı…
Bakışlarını tekrar
Fanny’e yönelttiğinde, kızın ağzındaki lokmayı yutmaya çalışmasını izledi.
“Tanrım!” dedi sonra Fanny. Yüzü buruşmuş, her zamankinden daha sevimli bir hal
almıştı. “Bu yemeğin içinde mantar var.”
Tyler, Fanny’nin, kendi
sorusunu duymazdan gelmesiyle rahatladı. Bir daha böyle bir hataya düşmemek
için zihninin kontrolsüzce konuşan kısmını sıkı sıkı tembihledi. “Mantardan
hoşlanmıyorsun sanırım,” dedi. Şimdi güvenli sularda yüzdüğünü anlamıştı, çünkü
Fanny hararetle başını sallamaktaydı.
“Hemde hiç
hoşlanmam,” dedi kız. “Bu yemeği ilk defa yiyorum ve kreplerin katmanlarının
arasında mantar olduğunu, yiyene kadar fark etmemiştim. İsmi de hiç ipucu
vermedi.”
Tyler hafifçe
gülümsedi. “Başka bir sipariş vermek ister misin?”
“Sanmıyorum,” dedi
kız. “Sanırım artık kalkmam gerek. Geç oldu.”
Tyler hayır demek istedi. Onunla olduğu
anlarda zamanın durduğunu haykırmak istedi. Gitme,
demek istedi kız hızla toparlanırken. Kalması için ne yapması gerektiğini
bilmek istedi. Yüreğinin duvarlarından sızmak istedi sessizce. Çoğu zaman
gözlerinin mavisini gölgeleyen acıya pusu kurmak istedi.
Ancak Fanny
isteklerine karşılık vermeye gönüllü değildi. Genç adam bu yüzden, hiçbir
duygusunu yansıtmadığı yüzüne, birde alaycı gülümsemesini ekledi. Garsona
eliyle işaret yaparak hesabı istedi. Fanny’nin tüm itirazlarına rağmen yüklü
bir bahşişle beraber hesabı ödeyip yavaşça doğruldu. Ayağa kalkarken titreyen
dizlerine lanet okumadan da edemedi. Fanny çantasını koluna asmış telefonunu eline
kalmıştı. Boşta kalan elini Tyler’a uzatarak “İyi akşamlar,” dedi. “Yemek için
teşekkür ederim.”
“Rica ederim,”
dedi genç adam. “Keşke mantarlı olmasaydı da, yiyebilseydin.”
Fanny cevap
vermeden omzunu silkti, sonrada Tyler’la birlikte restorandan dışarı çıktı...
******
Fanny, evinin
bulunduğu sokağa girerken Tyler’la beraber geçirdiği harika dakikaları, hiçbir
ayrıntıyı atlamadan tek tek zihninden geçirdi. Genç adam, bir ara saklı tuttuğu
hislerine ince sorularla saldırı düzenlemişti, ancak neyse ki kız, bu tarz
duygularının etrafına ördüğü kalın hissizlik duvarı sayesinde, saldırıyı
geçiştirmeyi başarmıştı. Fakat bu böyle nereye kadar sürecekti? Kendini,
korkuları yüzünden, sürekli başkalarından koruyarak mutluluğu nasıl
bulabilirdi? Ya da romanlarda bahsedilen, hani şu, sonsuza kadar süren mutluluk gerçek hayatta hiç var olmuş muydu?
Yoksa buda, sadece yazarların sınırsız hayal güçleri sayesinde ortaya çıkan,
bir duygu yanılsaması mıydı?
Genç kız sinirli
bir kahkaha attı. Bu düşünceler en az mantarlı yemek kadar rahatsız edici ve
moral bozucuydu.
Malikâneye
geldiğinde, aracını güvenlik görevlilerine bırakmadan, kendi garajına park
etti. Eve girmek üzereyken Tom’un devriye gezdiğini gördü.
“Selam Tom,” diye
seslendi.
“Merhaba efendim.
Hoş geldiniz.”
Genç kız
gülümseyerek içeri girdi. Kapıyı sessizce kapatırken aşağıdan hizmetlilerin
telaşlı sesleri kulağına çalındı. Muhtemelen akşam yemeğinin ardından çıkan
bulaşıklarla, mutfak, savaş alanına dönmüştü.
Salondan içeri
girdiğinde babasıyla Marco’nun dev ekran karşısında oyun oynadıklarını fark
etti. “Merhaba Marco,” diye seslendi kardeşine. Babasına olan siniri ve kırgınlığı
hala geçmemişti, açıkçası adam, bu konuda henüz hiçbir girişimde bulunmamıştı.
“Merhaba Fanny,”
dedi Marco. Başını ekrandan çevirme zahmetine bile girmemişti. Genç kız
gözlerini kaçamakça babasının olduğu tarafa çevirdi. Bakışları Alvin’in gözleriyle
çakışınca, kötü bir şey yaparken yakalanmış gibi yüzü kızarıverdi.
Dikkatini hızla
kardeşinin ensesine yöneltti. “Ben yukarı çıkıyorum,” diye mırıldandı.
“Çalışmam gerek.”
Marco’nun yanıt
vermesini beklemedi, zaten genç adam kendisini oyuna o kadar kaptırmıştı ki
sonra, aralarında geçen bu kısa diyalogları hatırlayacağını bile sanmıyordu
Fanny. Odasının tanıdık sıcaklığına adım attığında derin bir nefes alarak
çantasını pencerenin önündeki okuma koltuğunun üzerine bıraktı. Parmaklarıyla
alnının iki yanındaki akupunktur noktalarına sağlam bir masaj yapmaya başladı.
Günlerdir yaşadığı stresi bu hareketle bertaraf etmeye çalışmak, acınası bir
çabaydı. Fanny bunu fark eder etmez ellerini başından çekip kendini yatağının
üzerine bırakmıştı.
Gözlerini
dinlenmek amacıyla kısa süreliğine kapattı. Sonra günün her anı zihninde ayrıntılı
resimler halinde canlanmaya başlayınca, homurdanarak gözlerini araladı. Tyler’la
geçirdiği vakitler hatırlanmaya değerdi, bu yüzden gözleri açık halde o anları
düşündü. Diğer berbat hatıralarını silmek için beynine format atma şansı
olsaydı keşke.
Tyler’ın eşsiz
gamzeleriyle zihninde kendi kendine ziyafet çekerken, derinlerden fırlayan bir
soru fazlasıyla rahatsızlık vermeye başlayınca, yatakta hızla doğruldu. Genç
adam, Fanny’i neden aradığını söylememişti ve Fanny’de bahanesi olmadığı için,
bu konuyu psikolojik olarak bilinçaltının derinlerine gizlemiş olmalıydı. Muhtemelen
Tyler’da yemek yiyip konuştukları sırada muhabbeti bölüp neden aradığını
söylemek istememişti.
Fanny eliyle
alnının ortasına sertçe vurdu. Komodinin üzerinde duran telefonunu almak için
yatağından kalktı. Tyler’ın numarasını bulunca arama tuşuna bastı.
Birkaç çalışın
ardından “Merhaba Fanny,” diyerek yanıtladı Tyler telefonu.
Genç kız
gülümsedi. “Merhaba. Seni rahatsız ettiğim için üzgünüm ama benimle neden
buluşmak istediğini söylemediğin geldi aklıma. Önemli bir şey miydi?”
Ufak bir duraksama
oldu hattın öbür ucunda. “Aslında,” dedi Tyler. “Helen’e akşam yemeğine
davetliyiz. Gelmek ister misin? Eğer istemezsen ben onu atlatmanın bir yolunu
bulurum.”
Fanny hemen
atıldı. “Hayır, atlatman için bir neden yok. Seve seve gelirim. Ne zaman?”
“Yarın akşam.
Uygun mu?”
“Şüphesiz.”
Tyler’ın halinden
memnun kahkahasınu duyunca Fanny’de gülmeye başladı. “Yarın görüşürüz öyleyse,”
dedi genç adam kapatmadan önce.
“Görüşürüz.”
Genç kız
rahatlayarak telefonu yatağın üzerine fırlattı. Neyseki Tyler, Fanny’e
kendisini neden aradığını sormamıştı. Şimdi tek yapması gereken sıcak bir duş
almak, sonrada çalışmaya başlamaktı. Adımları çoktan onu olmak istediği yere
götürmeye başlamıştı.
Sıcak su kaslarını
gevşeterek teninde kendine yol çizerken derin bir nefes aldı. Arsa elinden
gittiği için projesini askıya almayacaktı. Yarın ilk iş, ekibi toplayıp yeni
bir arsa bulmalıydı, bu sefer daha hazırlıklı olacak ve gerekirse yerin altını
bile kontrol ettirecekti…
Genç kız üzerine
rahat bir şeyler geçirip odasına döndüğünde şaşkınlıkla duraksadı. Babası ve
Madam Alanis yatağının kenarına oturmuş suçlu çocuklar gibi başlarını öne
eğmişlerdi.
“Madam?” dedi
soran bir ifadeyle.
Kadın başını hızla
kaldırınca Fanny’le göz göze geldi. “Merhaba Bayan Fanny,” dedi zoraki bir
gülümsemeyle. “Nasılsınız?”
“Ben gayet
iyiyim,” dedi kız. Sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu. “Burada sorulması
gereken soru şu; neden buradasınız?”
Fanny, yaptığının
yanlış olduğunu biliyordu. Babasına olan tüm sinirini Madam’dan çıkarıyordu ve
bu normal şartlarda ilk önce kendisinin itiraz edeceği, adaletsiz bir
davranıştı. Adaletin canı cehenneme!
Eğer şu hayatta adalet olsaydı, Alvin’le bu duruma düşmemiş olurlardı zaten.
“Fanny!” dedi
babası. Sesindeki ikaz tonu Fanny’i iyice çileden çıkardı. “Madam’la konuşurken
ses tonuna dikkat et,” dedi adam. Bu sözler Fanny’nin içinde bazı duyguların,
tamiri imkânsız şekilde parçalanmasına neden oldu. Gözlerinin dolduğunu
saklamak için başını öne eğip sakinleştirici nefesler almaya çalıştı. En
sevdiklerini kaybettiğinden bu yana kimsenin yanında ağlamamıştı, şimdide bu
geleneğini bozmayacaktı.
“Alvin!” dedi
Alanis bir solukta. “Böyle davranma lütfen. Biz birbirimizle istediğimiz
şekilde konuşma hakkına sahibiz.”
Madam Alanis’in
kendisini babasına karşı savunması o kadar ironik bir durumdu ki Fanny’nin
gözüne dolan yaşlar sihirli bir el değmişçesine geri çekiliverdi. Şimdi, kızın
kalbini sıkan el dışında, içinde hiçbir duygu yoktu. “Komik,” dedi fısıltıyla.
“Bu gerçekten komik.”
“Komik olan ne?”
diye sordu Alvin. Ayağa kalkmış tüm ihtişamıyla kızının karşısına dikilmişti.
“Odama neden
geldiniz?” diyerek karşı atakta bulundu Fanny. Babasının sorusunu duymazdan
gelmeye karar vermişti. Gözlerini, büyük bir cesaret örneği göstererek Alvin’in
şimşekler çakan gözlerinden ayırmadı.
“Buraya sizden
özür dilemeye gelmişti,” dedi Madam Alanis. Alvin’in, kızının sorusuna yanıt
vermeyeceğini anlayınca olaya müdahale etme isteği duymuştu. “Ancak bu
konuşmayı sonra yapmak daha yararlı olacak sanırım.”
“Konuşma
yeteneğinimi kaybettin baba?” Fanny bu soruyu alaycı bir kınamayla sormuştu.
“Artık senin yerine Madam’mı sözcülük ediyor?”
Genç kız, yüzüne
inen sert tokatla başı yana doğru savrulmadan önce, Alvin’in gözlerindeki
hiddetten şaşkına dönmüştü. Babasından yediği ilk tokatın acısını yaşama izni
vermedi kendine, onun yerine dişlerini sıkarak yanağını içten doğru ısırdı.
“Odamdan defolun,” dedi ölü gibi bir sesle. Başı hala tokadın kuvvetiyle
savrulduğu şekilde duruyordu.
Alvin’in peşinde
Madam’la odasını terk etmesi üzerine doğruldu. Boynunu yavaşça düzeltti. Ellerini
yanında yumruk yapmıştı, onları açma gereğini duymadı. Odasının ışıklarını
kapatarak kapısını kilitledi. Cep telefonunu da kapatıp, masasının üzerinde
duran sabit telefonun fişini koparırcasına çıkardı. Camıda sertçe kapattıktan
sonra perdeleri hiçbir ışığın içeri sızmayacağı şekilde sıkı sıkıya örttü.
Evet, artık ağlamaya izni vardı. Ancak buna ne aynadaki yansımasından kendisini
şahit edecek, nede cırcır böceklerinin, sesleriyle ruhuna eziyet etmesine izin
verecekti. Bazı şeyler olabildiğince sessizce yaşanmalıydı, gözyaşları
yanaklarından süzülürken genç kız başını yastığına koydu.
Uzun süre
hıçkırarak ağladıktan sonra yan tarafına dönüp komodinin üzerinden annesinin
resmine uzandı. “Buna şahit olmadığın için memnunum,” diye fısıldadı. Sonrada
ağlamaktan şişen ve batan gözlerini, üzerine çöken rehavetin zorlayıcı gücü
sayesinde kapattı. “Komik değildi,” diye fısıldadı kendi kendine uykuya
dalmadan önce. “Bu hiç komik değildi...”
Alvin
ellerini başının çevresine sarmış odasında çılgınca bir o yana, bir bu yana
volta atıyordu. “Nasıl yapabildim?” diye sordu ıstırapla. “Bunu kızıma nasıl
yabildim? Beni asla affetmeyecek. Günlerce kapısında yatmalıyım belki de. Ah,
beni yinede affedeceğini sanmam.”
Madam Alanis’in çaresiz
kaldığı anlar pek olmazdı. Fakat şimdi ki çaresizliği tüm bilgilerinin ve
birikimlerinin kar etmeyeceği boyuttaydı. Ne Alvin’i teselli edebiliyor nede
oturduğu yerden kıpırdayabiliyordu. Fanny’nin gözlerinde gördüğü yıkımı, hayatı
boyunca unutamayacaktı. Titrek bir soluk alarak elini farkında olmadan boynuna
götürdü. Fanny’nin odasına gitmeden önce her şey yolunda gibi görünüyordu.
Alvin, yaptığı hatanın farkındaydı ve kızından özür dileyip gönlünü alacaktı.
Tıpkı Madam’la yaptıkları konuşma gibi. Fakat Fanny’nin uzlaşmadan yana
olmayışı ve asi konuşma tarzı, adamı çileden çıkarmıştı. Fanny’nin o tavırları yalnızca
çok üzgün olduğu zaman takındığını biliyordu Alanis. Ancak babasının, kızını,
kendisi kadar iyi tanımadığını hesaba katmamıştı.
“Daha sakin olmayı
denemelisin Alvin,” diye mırıldandı.
Adam kapana
kısılmış gibi davranmayı bırakıp duraksadı. “Biliyorum,” diye mırıldandı. “Ama
o anda elime söz geçiremedim. Hala nasıl yaptığıma anlam veremiyorum.”
Alanis kendi
kendine kurduğu dehşet senaryolarını bir kenara bıraktı. Şimdi ilgilenmesi
gereken daha acil meseleler vardı. “Seni affedecektir,” dedi ayağa kalkarken.
“Sen onun bu hayatta en çok sevdiği insansın.”
“Ona vurmadan
öncesine kadar öyleydim,” dedi Alvin. Sesinin tonunda oyuncağı elinden alınmış
bir çocuğun huysuzluğu vardı. “Şimdi sevdiklerinin arasında en son sırada bile
yer almıyorumdur.”
Alanis gülümsedi.
Bunun için hatrı sayılır bir güç harcamıştı. “Sana şu anda çok kızgındır. Ama
eminim hazır olduğunda affetmesini de bilecektir. Fanny’i ikimizde tanıyoruz,
bir süre kendi haline bırakılması gerekiyor. Senden tekrar rica ediyorum,
lütfen, ne yaparsa yapsın kötü bir tepki gösterme.”
Alanis sözlerini
bitirdiğinde Alvin’e yaklaşıp tek elini yüzüne götürdü. Avucunda bir ıslaklık
duyumsayınca Alvin’in ağladığını anladı. Şefkatle o göz yaşını eliyle yok ederek
sevdiği adama tekrar gülümsedi. “Seni seviyorum,” diye mırıldandı.
Alvin gözlerini
kapatarak sevdiği kadının bu zor anlarda kendisine sağladığı güven ve huzurdan
faydalandı. Hayatın kendisine sunduğu bu değerli armağanı hak etmek için ne
gibi bir iyilik yaptığını bilmiyordu, umursamıyordu da. Sevdiklerini elinde
tutmak konusunda şimdiye kadar kötü bir tutum sergilemişti. Bundan sonra Alanis
sayesinde hayatına ve hayatını anlamlı kılanlara daha farklı bir bakış açısıyla
yaklaşacaktı. Gün, değişim günüydü, Fanny’le birlikte güzel bir başlangıç
yapmamış olabilirdi, hatta işleri berbat etmişti, ancak Alanis yanında olduğu
sürece her şeyi yoluna koyabilirdi. Kızını yeniden kazanmak için gerekirse
canını bile verirdi...
Mücadeleye yarın
başlamaya karar verdi. Alanis’in yanağındaki elini tutup gözlerine sevgiyle
baktı. “Bende seni seviyorum,” diye mırıldandı tüm kalbiyle. “İyi ki
yanımdasın.”
BEKLETTİĞİM İÇİN ÜZGÜNÜM. KEYİFLİ OKUMALAR...