2 Aralık 2011 Cuma

SHERLOCK!



Sherlock Holmes; hayatım boyunca okuduğum ve izlediğim en akıllıca dedektif serüveni. Arthur Conan Doyle'un hayal dünyasının ürünü olan Sherlock Holmes ve serüvenleri, yıllarca dillerden düşmedi.

Sherlock'un en beğenilen tarafı; ipuçlarını büyük bir hız ve zekayla bir araya getirmesi ve araştırmaları doğrultusunda elde ettiği verilerden anlamlı sonuçlar çıkarmasıdır. Hiç bir zaman yanılmaz ve normal insanların şöyle bir bakıp geçtiği ayrıntılara bakar ve görür. Bu yeteneği sayesinde bir çok insanın düşmanlığını kazandığı gibi, Dr. Watson gibi önemli dostlara da sahiptir.

Dr. John Watson hikayenin temel taşlarındandır. Sherlock gereksiz yere konuşmayı sevmez ve bizler D.r Watson'ın sorduğu sorulara Sherlock'un yanıtlar vermesiyle olayların iç yüzünü öğrenebiliriz.

Arthur Conan Doyle'un bütün Sherlock Holmes kitaplarını okuyamadım ne yazık ki ama İngiliz yapımı Sherlock dizisini büyük bir keyifle takip ediyorum. Her sezonun 3 bölüm halinde yayınlandığı dizide, baş rolleri paylaşan oyuncular, benim kafamdaki Sherlock'a ve D.r Watson'a tıpatıp uyuyor. Sanırım bu yüzden Amerika'n yapımı Sherlock Holmes filmlerinden çok, İngiliz yapımı Sherlock'u seviyorum.

Ama sizlerde benim gibi Sherlock Holmes olsun da nasıl olursa olsun diyorsanız, yayınlanan her Sherlock macerasını büyük bir keyifle izlersiniz. Eğer bu sıra dışı dedektifin hikayelerini izleme yada okuma fırsatı bulamadıysanız çok geç değil. Neyse ki çekilen filme bir yenisi ekleniyor ve dizinin yeni sezonunun yayınına da yakında başlanıyor. Kısacası Sherlock Holmes çılgınlığı, artan bir heyecanla yoluna devam ediyor...

AYŞE KARASOY

1 Aralık 2011 Perşembe

The Vampire Diaries!



The Vampire Diaries (Vampir Günlükleri); izlediğim bir çok diziye nazaran, açık ara farkla birinci. Oyuncuların karakterleriyle ve birbirleriyle yakaladıkları mükemmel uyum ve senaristin, L. J. Smith tarafından yazılan kitaplardan uyarladığı senaryo, pilot bölümüyle bile milyonlarca insanın ilgisini çekti ve yolunun açık olacağı sinyallerini, ilk yayınlandığı gün: 10 Ekim 2009 tarihinden itibaren vermeye başladı.

Vampir hikayelerinin daha çok genç nüfus tarafından ilgi gördüğü bir gerçek, fakat artık orta yaş ve üzeri bayanlarda fazlasıyla gerçekçi bulunan The Vampire Diaries gibi dizilere ilgi göstermeye başladılar. Buda dizi üzerine dizi çekilmesine ve fantastik kitapların sık aralıklarla yayınlanmaya başlamasına neden oldu.

The Vampire Diaries, L. J Smith tarafından yazılmış bir kitap serisi olsa da, senarist, yönetmen ve yapımcıların bölümler ilerledikçe kitaptan uzaklaşması, şimdilerde yazar ve dizi ekibinin arasının bozulmasına neden oldu. Son aldığım haberlerde; senarist, kitapları takip etmeyi bırakmış ve gidişatı kendi hayal gücü doğrultusunda değiştirme kararı almıştı. Bu tarz olaylara her zaman karşıyımdır, ne olursa olsun The Vampire Diaries'ın ana konusu L. J Smith'den satın alındı ve ben, dizinin onun kaleminin rotasında ilerlemesini isterdim.

Kitaplardan ilk ikisini okudum, diğerlerineyse uzun bir süre göz atmakla yetindim. Bir süre sonra da yalnızca diziyi takip etme kararı aldım. Çünkü diziyle kitap arasındaki farklılıklar kafamı bulandırmaya başlamıştı, ikisinden birini seçecektim ve her bir oyuncusuna hayran olduğum diziyi seçme kararı aldım. Tabii ki L. J. Smith'e ve yazdıklarına da saygım sonsuz...

Dizide baş rolleri; Nina Dobrev (Elena Gilbert), Ian Somerhalder (Damon Salvatore) ve Paul Wesley (Stefan Salvatore) paylaşıyor. Ancak dizideki diğer bir çok oyuncu, en az baş roller kadar iyi oyunculuklar sergiliyorlar ve karakter ile konu bakımından zengin olan dizi, sanki her bölümünde kendini aşarak ilerliyor.

Konuya kısaca göz atacak olursak; Dizi 162 yaşındaki vampir; Stefan Salvatore'a aşık olan 17 yaşındaki Elena Gilbert'ın hayatını konu alır. Ancak kızımız her şeyin yolunda gittiğini düşünürken benim gözlerine bakmaktan diziye odaklanamadığım karakter; Damon Salvatore'un hayatlarına girmesiyle olaylar karışmaya başlar.

Olayların neredeyse tamamı Mystic Falls kasabasında geçer. Oyuncu kadrosu; yüzyıllar boyu bu kasabadan uzakta yaşamış olanlarda dahil, Salvatore kardeşlerin kasabaya dönmesiyle, bu ilginç ve mistik olan yere akın etmeye başlarlar. Şimdi düşünüyorum da diziden kimler geldi, kimler geçti. Konuyu daha fazla açıklamayacağım, izlemenizi tavsiye ediyorum.

Dizide adını vermediğim daha bir çok değerli oyuncu mevcut. Bölümler ilerledikçe de kadro değişiyor ve öldürülen yada bir süreliğine diziden uzaklaştırılan oyuncuların yerine sürekli yeni karakterler ekleniyor. İzlerken kesinlikle sıkılmayacağınızın ve bir çok insan gibi -bende dahil- Damon Salvatore'a bayılacağınızın garantisini verebilirim. Dizinin şu an 3. sezonu yayınlanmakta ancak Ian Somerhalder'ın ayağındaki bir problem yüzünden, 3. sezonun yeni bölümleri, Ocak ayında yayınlanmaya başlayacak... İzlemeyenler için söylüyorum, tereddüt dahi etmeden diziyi seyretmeye başlayabilirsiniz. Keyif alacağınızdan eminim...


AYŞE KARASOY





30 Kasım 2011 Çarşamba

P.S. I Love You...



P.S I LOVE YOU, hayatım boyunca izlediğim en güzel filmlerdendi. Rol yeteneklerine her projelerinde hayran kaldığım iki değerli oyuncunun bu yapımda baş rolde yer alması ve yönetmen ile senaristin oyuncular vasıtasıyla ustaca yansıttıkları doğal tavırlar, her filmde bulunamayacak türdendi.

Filmin konusuna gelince; Holly Kennedy (Hilary Swank) herkesin arayıpta bulamadığı türden bir adamla evlidir. (Gerry) Eşiyle birbirlerine delicesine bir aşk ve tutkuyla bağlıdırlar. Ama kör talih onların peşini bırakmaz ve Gerry amansız bir hastalığa yakalanıp hayata veda eder.

Bu talihsiz olayı yaşayan Holly, bunalıma girer ve bir türlü toparlanamaz. Ancak insanın hayatında görüp görebileceği en muhteşem eş olan Gerry, karısını iyi tanımaktadır ve onun, kendi ölümünden sonra yaşayacağı acıları atlatabilmesi için, ölmeden önce ona bir dizi mektup ile çeşitli mesajlar bırakır. İlk mektup Holly'e 30. yaş gününde gelir ve en güzel hediyesini onu asla yalnız bırakmayacak olan eşinden alır. Bütün mektuplar aynı imzayla sonlanır; NOT: SENİ SEVİYORUM...

Her biri ayrı güzelliklerle dolu olan mektuplar; Holly'nin kendini ve dünyayı yeniden keşfetmesini, eşinin ölümünü yüreğinde bir yara olarak taşımayı bırakmasını ve birlikte yaşadıkları güzel günleri gülümseyerek hatırlamasını sağlar...

Filmi izlerken göz yaşlarımı tutamadığımı itiraf ediyorum ve vizyonda tekrar böyle muhteşem aşk filmlerini görmeyi bekliyorum. Özlemeye başladığımız değerleri filmlerde yada kitaplarda aramak vahim bir durum belki ama böylesine büyük aşklara yada başarılabilen imkansızlıklara bir şekilde şahit olmak insanı mutlu ediyor...

2007 yapımı olan bu filmi hala izlemediyseniz, işinizi gücünüzü bırakıp bir kutu peçeteyle kendinizi odanıza kapatın ve filmi izleyin. Sonrasında bir çok şeyi sorgulayacağınıza ve benim gibi bu tarz olayların yalnızca filmlerde yaşanmaması gerektiğini vurgulayacağınıza eminim. Şimdiden iyi seyirler...

AYŞE KARASOY

The Hunger Games Official Trailer 2012



The Hunger Games, kitaplarını okuduktan sonra filminin çıkmasını dört gözle beklediğim olağanüstü bir macera. Gelen fragmanlardan da gördüğümüz kadarıyla ilk film, ilk kitabın hakkını verecek cinsten. Eğer hala bu maceraya atılmadıysanız çok geç kalmadan AÇLIK OYUNLARI SERİSİ'ni alın ve okuyun. Sonra da arkanıza yaslanıp çıkmasına az kalan filmi beklemeye koyulun...


AYŞE KARASOY

21 Kasım 2011 Pazartesi

BREAKING DAWN PART-1


Saatler günleri, günler ayları kovaladı ve sonunda beklediğim gün; "Breaking Dawn Part-1"in vizyon günü geldi. Filme ilk çıktığı gün (18.11) gidemememin üzüntüsü neyse ki çok sürmedi, bu gün; merakımın son bulduğu, sevincimin katlandığı ve bir çok duygunun harmanlandığı 2 saatin sonunda, sinema salonundan büyük bir gülümsemeyle ayrıldım. 

Filmi izlemeyenler vardır mutlaka ama ben spoiler içerdiğini bildirerek bundan sonrasında, izlediğim muhteşem filmi kısa ve öz cümlelerle özetlemek istiyorum. 

Düğün davetiyelerinin ulaştığı kişilerin verdiği farklı tepkiler beni derinden etkiledi. Bu sahneler adeta Twilight Serisi'ndeki karakterlerin kişiliklerinin bir özetiydi. Jake için her zamanki gibi çok üzüldüm. Ama bu filmin sonunda, yeni ve güzel bir başlangıç yapacağını da biliyordum.  

Filmin ilk dakikalarında Alice'in Bella'ya düğün ayakkabısını prova ettirme sahnesinde diğer tüm izleyiciler gibi bende gülümsemeden edemedim. Bella'nın ultra yüksek topuklu ayakkabılarla bırakın yürümesini, ayakta durabilmesi bile başlı başına bir mucizeydi. 

Alice'in saçlarını bu filmde pek beğenmedim. Sanırım vampirlerin stillerindeki aşırı değişiklik benim hoşuma gitmiyor. Hepsini ilk filmdeki gibi görmeyi tercih ederdim ama ne yazık ki her filmi ayrı bir yönetmen çektiği için, karakterler üzerinde köklü değişiklikler yapılıyor. Biz hayranlar Twilight Serisi'ni her haliyle bağrımıza bassakta, gerçeklere objektifçe yaklaşmayı da başarabiliyoruz.

Bella'nın sır gibi saklanan gelinliği hayallerimin çok ötesindeydi. Tamamıyla ona uymuştu ve şatafatla sadelik bir arada ancak bu kadar hoş durabilirdi.

Bella ve Edward'ın eş ilan edildikleri dakikaların ardından, gelin ile damadın yakınlarının yaptığı samimi konuşmalar, filme değmiş sihirli bir değnek gibiydi. Senarist ve yönetmen; güzelliklerin ayrıntılarda gizli olduğunu, bu filmle bir kez daha ortaya koymuş oldular.

Düğün sahnesinde yazarımız Stephenie'yi de görmek beni çok mutlu etti, sanırım hayatındaki en gurur verici anlardan birini yaşamıştır o dakikalarda. Hayal dünyanızın gözlerinizin önünde hayat bulduğunu görmek, eminim tarifi mümkün olmayan bir duygudur.

Çiftimizin balayı evlerine giderken Rio sokaklarındaki eğlenceli ve romantik halleri çok hoştu. Neyse ki muhteşem bir deniz manzarasının eşliğinde Esme Adası'na ulaştılar. 

Filmdeki +13 yaş sınırlaması küçük yaştaki hayranları üzüntüye boğdu. Ama sanırım bu sınırlama gerekliydi. Sahneler -aşırı açık- denecek kadar abartılı olmasa da, çocukların görmemesi gereken türdendi.

Bella'nın hamile olduğunu öğrenmesinden sonraki olaylar bir rüya gibi geldi ve geçti. Her şey çok hızlı gelişti. Kızcağız bir ara gayet sağlıklı ve normalken iki hafta sonra adeta iskelete dönmüştü. Filmdeki makyaj uygulamaları çok başarılıydı. Özellikle Bella'nın, Esme Adası'ndan dönmesinin üzerinden iki hafta geçtikten sonra o halde karşımıza çıkması beni şok etti. Her ne kadar gelen fragmanlardan ve spoiler-lardan bu hallerini daha önce görmüş olsam da filmi izlerken ki  atmosferde, Jake'in gösterdiği tepkiye hak vermeden edemedim. 
"Berbat görünüyorsun Bella."

Robert (Edward) ve Kristen (Bella)'nın muhteşem oyunculuklarının yanı sıra, Taylor (Jacob)'ın bu filmdeki oyunculuğu, benim gözümde diğer tüm Twilight filmlerinin arasından oldukça büyük bir farkla sıyrıldı. Filmde en yoğun duyguları yaşayan oyunculardan biri olarak rolünün hakkını fazlasıyla vermişti. Ağlama, umutlanma ve karşı koyma sahnelerinde, adeta koltuğumdan kalkıp ekrandan da olsa Jake'e sarılasım geldi. Bella'nın hayali bir karakterde olsa ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha gördüm ve böylesine değerli dostlukları kazanmak adına, hayatın bana fırsatlar sunması için dua ettim.

Jake -yine- Bella için büyük bir fedakarlık yapıp, Alfa kanının da vermiş olduğu etkiyle beraber kurt sürüsünden, kendi tabirleriyle "kardeşlerinden" ayrıldı. Bu onun için zor bir karardı ama o anda yapılması gereken en doğru şeydi.

Bella'nın hayatta kalmak için verdiği mücadele, Rose'un Bella'yı ve daha çok bebeği korumak için sarf ettiği büyük çaba, vampirlerimizin hem kurtlarla hemde açlıklarıyla verdiği büyük savaş ve Jake ile Edward'ın Bella'yı kararından döndürmek için harcadığı çaba, gerçekten takdire şayandı. 

Film; mücadelelerle ve umutlu bekleyişlerle doluydu. Sonunda herkes beklediğine kavuştu. Bella bebeğini canı pahasına dünyaya getirdi. Edward karısını akıl almaz bir gayretle hayata döndürdü. Jake öldürmek için yanına gittiği Reneesme'ye mühürlendi.

Mühürlenme sahnesi gerçekten çok iyi çekilmişti. Reneesme'nin farklı yaşlardaki hallerini o sahneyle birleştirmesi yönetmenin benden artı puan almasına neden oldu. Zaten replikleri değiştirmeden, direk kitaptan alıntılayarak filme uyarlaması ve Kris'in bir röportajında bahsettiği gibi, sahneleri kesmeden yayınlaması harika bir yönetmen olarak gönlümüzde taht kurmasını sağlamıştı.

Her zamanki gibi, Yazar; Stephenie Meyer, Senarist; Melissa Rosenberg ve bu filmle ekibe dahil olan Yönetmen; Bill Condon sayesinde sinemada muhteşem bir film keyfi yaşadım. Diğer ekip elemanları ve oyuncular tek bir kötü söze fırsat sunmayacak şekilde, harika bir iş çıkarmışlar ortaya. Twilight fanları olarak sanırım hepsine ne kadar teşekkür etsek az. 

Film hakkındaki fikirlerimin ancak bu kadarını paylaşabildim. Eminim daha sonra durup düşündüğüm zaman, daha bir çok övülmesi gereken sahneyi hatırlayıp, yazmadığım için kendime kızacağım ama sizlerinde filmi izlemenizi ve anlattıklarımdan çok daha fazlasını sinemada görmenizi tavsiye ederim...
        

18 Kasım 2011 Cuma

HUSH HUSH...


Son bir kaç yılda popülaritesini büyük bir kuvvetle yukarı taşıyan VAMPİR hikayelerinin ardından, sahneye MELEKLER-de çıktı. 

Mistik ve fantastik atmosferle sarılı olan bu kitaplardaki hayali dünyalar, biz gençlerin adeta kaçış rotası haline geldiler. Bunu fırsat bilen ve kendine güvenen birbirinden iddialı yazarlar, ilham perileriyle işbirliği yapıp bize adeta zihinsel şölen yaşattılar. Elbette biz okurların, bu tarz atılımlara karşı hiç bir zaman kötü düşünceleri olmadı. 

Birbirlerini andırdıkları iddia edildiği için vampir konulu romanlara acımasız eleştiriler yapılsa da, ben her yazarın kendine has hayal dünyası olduğuna inanıp, konusunu ve yazım stilini beğendiğim çok sayıda fantastik roman okudum. Bazı kitaplar benim için zaman kaybı olsalar da, bazılarının hayatıma çok şey kattığını düşünüyorum. 

Fısıltı Serisi'de zamanımı ayırıp okuduğum için pişman olmadığım kitaplardan oluşuyor. 
Hush Hush nam-ı diğer Fısıltı Seri'si;

KUTSAL BİR YEMİN
KOVULMUŞ BİR MELEK
YASAK BİR AŞK, sloganıyla adım attı kitap dünyasına.

Düşmüş meleklerin ve sıradan insanların yer aldığı kitapları şahsen oldukça etkileyici buldum. Yazarın yazım tarzı akıcı ve zengin. Kitapların baş kahramanları; Nora ve Patch'in etrafında dönen olay olguları, beni bir anda hikayenin içine çekti. 

Henüz son çıkan Sessizlik kitabının başlarındayım ve bitirmeden evvel ilgilenenlerle fikir paylaşımında bulunmak istedim. 

Yazar; Becca FitzPatrick, Hush Hush Serisi'nde oldukça iyi bir iş çıkarmış. Bir çok eleştirmenden ve okuyucudan yüksek puan alan bu farklı seriyi en kısa sürede okumalısınız. 

Patch ve Nora'yı doğaüstü aşk hikayelerinde ve tehlikeyle dolu yaşamlarında yalnız bırakmayın...

AYŞE KARASOY        

      

17 Kasım 2011 Perşembe

VAMPİR AKADEMİSİ!



Vampir Akademisi Seri'si, bir çok vampir romanı arasından sıyrılan, eşsiz bir serüven. Neyse ki ben bu serüvene, kitabın kahramanlarıyla birlikte sürüklenmeye çok geçmeden başlayanlardanım.

Seride birden fazla vampir türü var ve yazılanları ilginç kılan da sanırım bu. Şimdiye dek ölümsüz olmaları, kan içmeleri, aşırı hız ve güçleriyle tanıdığımız vampirlerin, -istisnalar hariç-  bu kitaplarda bambaşka çeşitleri mevcut. Kitapların özetlerini her yerde bulabilirsiniz. Bu yüzden klasik açıklamalar yapmadan seri hakkında kendi fikirlerimi belirtmek istiyorum.

Kitaplar Rose adlı karakterin gözünden anlatılıyor. Güçlü bayan profilinden hoşlandığım için seriye başladığım ilk gün, yaşananları Rose'un gözünden okurken adeta mest olmuştum. Daha sonraki kitaplarda da bu memnuniyetim katlanarak arttı... 

Benim Dimka diye bahsetmekten hoşlandığım, Gardiyan Dimitri Belikov, hikayenin baş kahramanlarından. Roza ve Dimka hakkında söylenecek çok söz var ama ben kitapların eğlencesini kaçırmamak için susacağım.

Lissa ise kitapta başrolü Rose'la paylaşan önemli bir karakter ve o bir Moroi Prensesi. Rose, prensesin en yakın arkadaşı olmasının haricinde, onun gardiyanı olmak için çabalayan bir dhampir. Biraz ukala, fazlaca asi ve aklına geleni elekten geçirmeden söyleyen bir dhampir...

Bunların yanı sıra, Rose ve Lissa arasında kimsenin koparamayacağı ve anlayamayacağı önemli bir bağ var. Bu sayede okurken karakterlerden kopmayıp, her konudan haberdar olabiliyorsunuz.  
   
Vampir Akademisi aklınıza gelebilecek her türlü duygunun ve kişilik çeşidinin mevcut olduğu eşsiz bir yer. Her sayfayı merakla çevireceğinizden  emin olduğum bu seriyi okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. 

Ayrıca yazar, yazdığı altı kitabın haricinde, biz hayranlarını fazlasıyla sevindirerek, yan seri adı altında, hikayeye yeni bir bakış açısıyla devam etme kararı aldı. 

Yeni seride olaylar çok sevdiğim başka bir karakter olan Sdney'in gözünden anlatılacak. Altı kitapta Vampir Akademisi'ne doyamayanlar ve yeterince hayatlarının içine girilmemiş olan karakterleri daha fazla tanımak için fırsat kollayanlar; Richelle Mead'ı takip etmeye devam edin. Yazar, hayranlarının yorumlarını ve eleştirilerini büyük bir samimiyetle dikkate alıyor... 

Richelle Mead yazdıklarıyla sizinde gönlünüzde taht kursun. Ancak bunun için bir kitapçıya gidip, Vampir Akademisi Serisi'ni satın almanız gerekiyor. Emin olun, bu ilginç dünyaya ayak bastığınıza pişman olmayacaksınız...  


AYŞE KARASOY   

7 Ekim 2011 Cuma

22 Eylül 2011 Perşembe

Kristen Stewart'ın Farkı; Tarzı...

           Kristen Stewart; rol yeteneği, konuşmaları, hareketleri ve kıyafetleri ile Hollywood'ın en çok konuşulan ünlüleri arasında. Farkını her şekilde ortaya koyan yıldız, değişik bir yapısı olduğunu ve yaşıtlarıyla anlaşamadığını da bir kaç kez dile getirmişti.

        Klişeleşmiş hareketlerden uzak duran, insanların ne söyleyeceklerini düşünmeyen ve özgür iradesiyle karakterine uygun hareket eden Kris'e, bir çok insan gibi hayranlık duyuyorum. Kamera karşısında utancından şekilden şekle girişine herkes gibi bayılıyor ve verdiği röportajlarda ustaca kullandığı kelimeleri büyük bir beğeniyle okuyorum.

      Giyim tarzını da herkesten farklı bulduğum Kris, beni her seferinde haklı çıkarıyor. Özel davetlerde topuklu ayakkabılarla rahat edemediği için bir süre sonra converselerini ayağına geçiriyor ve "İşte bizim Kris!" dememize neden oluyor.


   
          Kendini tanıyan ve olduğu gibi görünen insanları takdir ediyorum. Kris'te bu takdire değen insanlardan biri...


         Sık sık seyahat eden Kris; hava alanlarında ve günlük yaşamında; kot pantolon, tişört ve converse kombinasyonundan hoşlanıyor.












         Aktris; modayı çok ciddiye almadığını, sözleriyle olduğu kadar hareketleriyle göstermekten de çekinmiyor.


       Davetlerde seçtiği kıyafetlerin haricinde, makyajıyla da sık sık kendinden söz ettiren Kris, hoş bir tona sahip olan yeşil gözlerini ön plana çıkararak akıllıca davranıyor. Doğru renkleri seçerek yaptığı makyajı, güzel yüzüne güzellik katıyor...


  





                   Kris; hayranlarının gösterdiği aşırı ilgiden bazen rahatsız olduğunu, bazende korktuğunu dile getirmişti. Ama ne olursa olsun o Twilight Serisi'yle kavuştuğu ünden memnun. "Bu işi yapıyorsak bazı şeylere de katlanmalıyız," diyen aktrisin önünde daha uzun bir yol var. Başarısının devamının geleceğini, Twilight'ın haricinde çektiği filmlerle de herkese kanıtlayan yıldız, bulunduğu yüksek mevkiyi sonuna kadar hak ediyor... Kendisini çekemeyip eleştirenlere ise, Hollywood'da oldukça sağlamlaştırdığı yeriyle yanıt veriyor....




Ayşe Karasoy

19 Eylül 2011 Pazartesi

Muhteşem Kore Dizilerinden; Secret Garden!

       Uzun zaman önce bir televizyon kanalında, tesadüfen tanıştım Kore dizileriyle. "Düşlerimin Prensi" adlı yapım, Kore dizileri kariyerimin başlangıç noktasıydı. O günden sonra, internette yaptığım araştırmalar sonucu, uzun bir liste hazırladım kendime. Tarzıma ve ruh halime uygun onlarca diziyi kategorilere ayırıp izlemeye başladım. Hepsinden ayrı ayrı zevkler aldım. Amerika'da ve diğer bir çok Ülke'de ilgiyle takip edilen Kore dizileri, Türkiye'de de oldukça büyük bir izleyici kitlesine sahip. Tarihi yapımlar hariç, bir dizinin en fazla 20 bölüm olduğu bu yapımlar, izleyiciyi masalsı bir dünyaya taşıyor. Bir çok gerçekçi dramanın da çıkış noktası olan ve ardından Amerika'da filme çevrilen Kore dizileri; her yaşa, her zevke hitap edecek kapasitede. Oyuncuların sempatikliği ve Korece'nin ilginç cazibesi, dizilerin konularının haricinde, izleyiciyi etkileyen diğer ayrıntılar.

         İzlediğim onlarca güzel Kore dizisinin arasında, bende yeri özel olanlarda var. Kendi sınıfında bam başka bir konuma sahip olan bu dizilerden biride; Secret Garden...

 
             
              Komediyi ve dramı fantastik bir dünyayla harmanlayan bu özel yapım, gerek oyuncuların inanılmaz rol yeteneği, gerekse senaristin geniş hayal gücü sayesinde, hatrı sayılır bir hayran kitlesine sahip. Aldığı tüm övgüleri sonuna kadar hak eden bu dizi, beni ilk bölümden itibaren içine çeken ender yapımlardan. Genelde dördüncü yada altıncı bölümden sonra açılan Kore dizilerinin aksine, bu dizi tüm standartları alt üst etti. İlk bölümden itibaren aşkının farkında olan ve bunu açıkça söylemekten çekinmeyen bir erkek baş rol vardı karşımızda (Kim Joo Won). Bunun yanı sıra, hayat şartlarına, konumuna ve karakterine uygun davranan kadın baş rolümüz Ra Im, genelde erkeğin peşinden koşan, aşık kız resmini sildi attı kafamızdan. İyi de yaptı! Mesleği dublörlük olan Ra Im, birinci bölümde garip bir karışıklık sebebiyle karşılaştı Kim Joo Won'la. Bundan sonraki olaylar ise inanılmaz bir biçimde ilerledi hem dizi karakterleri hem de bizim için.

          Dizinin içeriği hakkında daha fazla açıklama yapmayacağım. Kore dizilerini takip etmeyenler yada takibe almak isteyenler; tereddüt etmeyin. Hatta ilk açılışı Secret Garden'la yapabilirsiniz. Bu eşsiz yapım, sizi ilk dakikasında kendisine bağlayacak ve uzun süre etkisinden kurtulamayacaksınız. Özellikle benim gibi sert ve güçlü kız karakterini sevenler için dizide muhteşem sahneler var. Mutlaka izlemeye başlayın ve çevrenizdekilerin diyeceklerine aldırmadan kahkahalarınızı serbest bırakın...

Ayşe Karasoy                

13 Eylül 2011 Salı

The Hunger Games!


          The Hunger Games; (Açlık Oyunları) bu zamana kadar okuduğum en farklı serilerden biriydi. Yazarın sade ve akıcı bir dille kaleme aldığı romanları iki günde bitirdim. Serideki karakterlerin yaşam alanları fantastik olmanın yanı sıra o kadar gerçekçiydi ki, bir ara durup kendimi bunun sadece bir kurgu olduğuna inandırmam gerekti.
         
          Kitaptaki karakterlerin her biri hikayenin temel taşlarındandı ve serinin son kitabına kadar merakım hep en üst düzeydeydi. Her bir sayfada "Hiç aklıma gelmezdi," dediğim olaylarla karşılaştım.  
İlk satırdan itibaren farkını ortaya koyan bu macera sizi soluksuz bırakacak. Aşktan çok, hayatta kalmanın ön planda olduğu bu seriyi okumanızı yürekten tavsiye ediyorum. Eminim pişman olmayacaksınız...

Ayşe Karasoy

Pride & Prejudice..


        Gurur ve Ön yargı, nam-ı diğer; Aşk ve Gurur...
        İzleme zevkine eriştiğim onlarca film arasında, şüphesiz ilk üçte yerini alıyor bu baş yapıt. Önce kitabını okuduğum ve sonra büyük bir heyecanla  filmini izlediğim bu hikaye; ilkten insanı hüzne boğuyor ardından da mutlu ediyor.
        Her genç kızın -ya da yaşını başını almış ama hala bekar olan hanımların- hayalidir büyük çabalar sonucunda kazanılmış, sonsuza kadar süren aşklar. Farklı hayal güçlerine sahip onlarca yazarı, tek bir ortak noktada buluşturan duygu da aşktır çoğu zaman. Onların kaleme aldıkları, bizlerinde okurken iç geçirdiğimiz değişik aşk hikayelerinden biride, Aşk ve Gurur'da yer alıyor. Darcy ve Elizabeth'in aşkı... Tüm ön yargıları ve gururu yıkıp geçiyor ikisinin birbirlerine duydukları sevgi...
          1813 yılında yayımlanan Gurur ve Ön yargı o zamandan bu yana büyük sükseler yaparak devam etmiş yoluna. Hala buluştuğu her okuyucuyu etkisi altına alan bu kitap ve beraberindeki film, bana göre ölmeden önce okunacak ve izlenecek eserler arasında. Darcy ve Elizabeth'in aşkı için hem söyleyecek çok sözüm var hem de söz bulamayıp tıkandığım noktalar var. Bu yüzden iyisi mi siz ya filmi izleyin ya da kitabı okuyun. Eğer benim gibi, kitaplardan işlenen filmleri, izlemeden önce okuyarak hayalinizde canlandırmayı seviyorsanız, önce kitabı okuyun sonra filmi izleyin. Tabii hala ikisini de yapmadıysanız...  

Ayşe Karasoy

12 Eylül 2011 Pazartesi

Hayatımın Dönüm Noktalarından; Twilight...


     
         Kitap okumak benim için ilk okul dönemlerinde bir ödevden yada zorunluluktan ibaretti. İlk okulu bitirdikten sonra, uzun aralıklarla okuduğum farklı tarzlardaki kitapların ve çizgi romanların haricinde oldukça geniş bir yelpazeye sahip olan kitap dünyası hakkında da hiç bir fikrim yoktu.
         Sonra bir gün, çok sevdiğim bir arkadaşımın evine yaptığım ziyarette Twilight serisiyle tanıştım. O gün, benim hayatımın bir dönüm noktasıydı. İlk kitabı bir günde bitirdikten sonra ikinci, üçüncü ve dördüncüyü de aynı hız ve tatla sonlandırdım. Artık bende kitap okumanın zevkine varmıştım ve bu seriden sonra haftada bir olan kitap okuma oranım zamanla günde bire hatta ikiye çıktı. Şu an günde ikiden fazla roman bitirdiğim oluyor ve şu bir kaç senenin içinde okuduğum  kitapların sayısı hakkında da hiç bir fikre sahip değilim. Ama okunan kitaplar listeme baktığımda oldukça uzun bir yol kat ettiğimi görebiliyorum.
         Twilight'a dönecek olursam; hayatım boyunca okuduğum en güzel seriler arasında yerini aldı ve o yeri ömrümün sonuna kadar koruyacağına eminim. Bazı kitap yazarlarının ve eleştirmenlerin yavan ve basit bulduğu Alacakaranlık Serisi'ni, tüm klişeleşmiş "korkunç vampir" tanımlarından ayırdığı için ben şahsım adına el üstünde tutuyorum. Fark yaratanların acımasız eleştirilere maruz kaldığı bir dünyada yaşıyoruz ne yazık ki ama son zamanlarda yapılan istatistiklerde tüm dünyada kitap okuma oranının yükselmesi sayesinde, insanların bazı tabularını yıkıp, ön yargılarından kurtuldukları bir dünyaya doğru emin adımlarla ilerlediğimize eminim. Seri'nin hem kitap hem de film başarıları eleştirenlere gerekli yanıtları verdi zaten.
        Stephenie Meyer; hayal dünyası eşsiz olan ve Twilight'ın haricinde yazdığı kitaplarla da bu başarısını kanıtlayan bir yazardır. Bende her hayranı gibi yeni kitaplarını dört gözle bekliyorum... Bunca popülaritesine rağmen eğer hala Twilight Serisi'yle tanışma şerefine erişemediyseniz çok geç değil. En yakın kitapçıya gidin ve raflardaki yerini başarıyla koruyan Twilight Serisi'ni kaptığınız gibi kendinizi odanıza kapatın. Yanınıza kahve ve biraz yiyecek almayı da unutmayın. Eminim bu tavsiyelerimin değerini, kitaplardan başınızı kaldırıp, gerçek dünyaya dönemeyince anlayacaksınız...

Ayşe Karasoy      

JULIA QUINN! (BRIDGERTON'S)

ÇOK sevdiğim bir diğer yazar olan JULIA QUINN ve kitaplarından kısaca söz etmek istiyorum sizlere. Julia Quinn 1970 doğumlu ABD’...